MESCİD-İ AKSÂ

El-Mescidü’l-Aksâ, Kudüs’te eski Süleyman mabedinin bulunduğu yerde inşa edilmiş olan camiin adı. “En uzak mescit” anlamına gelen bu tabire ilk olarak Kur’ân-ı Kerîm’in Mirac’la (bk. “rnirac” “İsrâ” ve “İsrâ Suresi” maddeleri) ilgili olarak şöyle yer verilir: “Kulu Muhammed’i, gece vakti, ayetlerimizden bazılarını göstermek için El-Mescidü’l-Haram’ dan, çevresini mübarek kıldığımız el-Mescidü’l-Aksâ ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. O, her şeyi işitir ve görür” (el-İsrâ, 17/1).

Mescid-i Aksâ’ya “İliya” veya günahlardan temizlenme yeri anlamında “Beyt-i Makdis” yahut “Beyt-i Mukaddes” adı da verilmiştir. Beyt-i Makdis, İbranice “bethammikdaş” kelimesinden alınan ilhamla kullanılmış olup “Mabed” anlamına gelir ve bununla Hz. Süleyman’ın mabedi kastedilir (ez-Zerkeşî, İ’lâmü’s-Sâcid Kahire 1397, s. 277; Elmalı, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul 1936, IV, 3144; İslâm Ansiklopedisi, ‘ Mescid-i Aksa”, “Kudüs” mad.).

Mescid-i Aksâ’ya en uzak mescit anlamında bu ismin verilmesi, Mekke’deki Mescid-i Haram’a yaya yürüyüşü ile bir aylık mesafede bulunması yüzündendir. Hz. Peygamber mirac gecesinde; “Burak’a bindim Beytu’l-Makdis’e gittim” (Müslim, İman, 259; Nesaî, Salât, 10) buyurmuştur. Diğer yandan eski tefsirlerde Mescid-i Aksa, Mirac ile ilgili görülmüş hatta onunla, gökteki bir yerin kastedildiği de öne sürülmüştür.

Yeryüzünde Mescid-i Haram’dan sonra yapılan en eski mescitlerden birisi Mescid-i Aksa’dır. Yapımına Davud (a.s) başlamış ve Hz. Süleyman tarafından tamamlanmıştır (ez-Zerkeşi, a.g.e., 281, 282, 287).

Mescid-i Aksâ, hicretin l6. ayına kadar müslümanların kıblesi idi. Hz. Peygamber (s.a.s), niyet ile ziyaretine izin verdiği üç mescit arasında Mescid-i Aksâ da vardır.

Hz. Ömer (r.a.) devrinde Kudüs fethedilince, oraya giden halife bir gece vakti Beytü’l-Makdis’e girdi ve bütün gece orada namaz kıldı. Sabah olunca ezan okutarak cemaat ile namaz kıldı.

Bundan sonra Hz. Ömer (r.a.) Kâbul Ahbâr’ı çağırarak müslüman mescitinin nerede yapılabileceğini sordu. Kâb, es-Sahrâ (kaya)’ya işaret etti ve hatta bunun kıble olmasını istedi. Hz. Ömer (r.a.) ona İslâm kıblesinin Kâbe olduğunu hatırlattı. Fakat Beytü’l-Makdis’in mukaddes hatırasına da bir mescit yaptırdı ve kıblesini Kâbe tarafı olarak tesbit etti. Burası daha sonra Kubbetü’s-Sahrâ’nın yeri oldu.

Kubbetü’s-Sahrâ depremlerden zarar görmüş ve bir çok kez tamir edilmiştir. Burası, dört yandan merdivenlerle çıkılan geniş bir seddin ortasında, sekiz köşeli ve yüksek kubbeli bir bina idi. Dördü merdivenlere açılan, sekiz tane yaldızlı tunç ve sedir ağacından kapısı vardı. İçeride iç içe dairevi sütün sıralarına ve mozayıklı bingilere dayanan kubbenin altında sahra (kaya) durmaktaydı. Bakır, demir kafes ve tahtadan üç tabaka olarak inşa edilmiş bulunan yüksek kubbenin tahtadan dış tabakası altın varak ile kaplı idi.

Kubbetü’s-Sahra’nın bulunduğu seddin üç tarafından, daha küçük üç kubbeli yapı bulunuyordu. Bunlar Kubbetü’s-Silsile, Kubbetü’l-Mirac ve çok köşeli bir yapı olan Kubbetü’n Nebî idi. Bugün bunların şekilleri kısmen değişmiş bulunmaktadır.

Özetle, Kubbetüs-Sahrâ’nın bir ziyaret yeri olmasına karşılık, Mescid-i Aksa, bunun bir ibadethanesini teşkil eder. Mescid-i Aksa deyince; İslâm kaynaklarında Halife Abdülmelik’den, Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman’a kadar gelip geçen pek çok halife ve padişahlar tarafından burada inşa edip bırakılmış. Kubbetü’s-Sahrâ, mezar, türbe, tekke, zaviye ve sebil gibi dini amaçla yapılmış yapılan içine alan yaklaşık 150 dönüm kadar bir arazi üzerine serpilmiş binalar topluluğu anlaşılır. Dar anlamda Mescid-i Aksâ deyince, Kubbetü’s-Sahra’dan uzakta olmayan ve Abdülmelik tarafından inşa edilmiş bulunan cami kastedilir. Bu caminin yapımında İran hükümdarı, II. Hüsrev tarafından tahrip olunmasına kadar ayakta duran Jüstinyen tarafından inşa edilmiş bulunan, Meryem Ana Kilisesi’nin harabelerinden çıkan malzeme kullanılmıştır.

Tarih içinde pek çok el değiştiren Kudüs ve dolayısıyla İslâm’ın iki yeri, İsrâ ve Mirac’ın ilk durağı olan Mescid-i Aksâ, bugün Yahûdilerin işgali altında bulunmaktadır.

Mefâil HIZLI

Kaynak: Sorularla İslamiyet

Kudüs için neler yapabiliriz?

​- Bireyler olarak dua etmek ve maddi destek göndermek dışında Kudüs için ne yapabiliriz?

  • Ekonomik veya askeri savaş yapılmadan, Kudüs’ü direnişle işgalden kurtarmak mümkün olabilir mi?
  • Duaların gücü tabi ki tartışılmaz, ama rahmetli bir devlet büyüğümüzün de dediği gibi “Ebabil kuşlarını mı bekleyeceğiz?”
  • Bireyler nasıl daha aktif olur, siyonizme güçlü darbeleri tek başına nasıl indirebilir?

Cevap
Değerli kardeşimiz,

  • İslam’da maddi cihat ancak devletin eliyle yapılır. Çünkü, fertlerin bu konudaki bilgilerinin yetersizliği yanında, götürü ve getirilerinin kuvvetli ihtimallere dayandırmaları da mümkün değildir.
  • Kaş yaparken göz çıkarma türünden yapılacak her türlü faaliyet İslam’ın onay vermeyeceği işlerdir. Mesela; İsrail’in bir kentine/bir semtine bir boma atarak birkaç kişiyi öldürmek birçok açıdan mahzurlu olabilir. Her şeyden önce zaman gösterdi ki, bir-iki Yahudiyi öldürmek, yirmi-otuz Müslümanın hayatına mal oluyor. Kaldı ki, İslam’da savaşa katılmayan, yaşlı olanların, kadın ve çocukların öldürülmesi caiz değildir. “Pirinç almaya giderken evdeki bulgurdan olmak.” akıllıca bir davranış olmasa gerektir.
  • Kudüs meselesi, yalnız siyonistlerin meselesi değil, aynı zamanda Batı dünyasının ve özellikle Amerikan’ın da meselesidir. Bu ve benzeri sebeplerden ötürü bize göre şu anda devletlerin dışındaki grupların “maddi cihad” gibi bir eylem türüne kalkışmaları uygun değildir.
  • Maddi cihad dışında insani her türlü yardımda bulunmaları elbette çok güzeldir. Değişik ülkelerde bu alçakça oyunu, Müslümana yakışır bir vakarla -terör ve anarşi imajını veren her türlü menfi hareketten uzak kalarak- protesto etmek son derece önemlidir.

Sövüp saymadan İsrail’in zulmünü ve yandaşlarının sinsi hıyanetlerini ilmi verilerle ortaya koyup haykırmak Müslümanların en tabii hakkıdır.

  • Şunu üzülerek söylemeliyiz ki, şu anda ne “Ebabil kuşlarını beklemeyi” hakeden bir maneviyatımız, ne de Firavunların sihirbazlarını teslim alacak bir maddi gücümüz vardır.
  • Bununla beraber, ümidimizi asla kaybetmeyeceğiz.

Fakat önce “Ey iman edenler! İman ediniz.” (Nisa, 4/136) mealindeki ayetin işaret ettiği gibi, samimi müminler olacağız.

İslam âleminin bu bölünmüşlüğünün altında yatan en önemli sebeplerden biri -bizce- imandaki ihlası, samimiyeti, kardeşliği, fedakârlığı, hikmetli feraseti, kudretli ittihadı, vahyin ışığında eğitim görmüş aklı, ahireti dünyaya tercih eden erdemli müminleri, özellikle bu vasıflardaki lider kadrosunu kaybedişimizdir.

Kur’an’da Firavunların en büyük taktiği değişik renk ve boyuttaki bölücülükle insanları bölüp parçalayıp lokmalar haline getireceklerine işaret edilmiştir:

“Şüphe yok ki, Firavun yeryüzünde (ülkesinde) büyüklük taslamış ve ora halkını sınıflara ayırmıştı. Onlardan bir kesimi eziyor, oğullarını boğazlıyor, kadınlarını ise sağ bırakıyordu. Şüphesiz o, bozgunculardandı. Biz ise, istiyorduk ki yeryüzünde ezilmekte olanlara lütufta bulunalım, onları önderler yapalım ve onları varisler kılalım. Yeryüzünde onları kudret sahibi kılalım ve onların eliyle Firavun’a, Hâmân’a ve ordularına, çekinegeldikleri şeyleri gösterelim.” (Kasas, 28/4-6)

“Girmeden tefrika bir millete düşman giremez,
Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.”


“Allah’a dayan sa’ye sarıl hikmete ram ol!..
Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol”

Selam ve dua ile…
Kaynak: Sorularla İslamiyet